Prof. Dr. Kemal İnat, Rusya-Ukrayna savaşıyla Almanya’nın değişen güvenlik politikasını AA Analiz için kaleme aldı.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısının her iki ülke açısından olduğu kadar Avrupa ve dünya siyaseti açısından da önemli sonuçları olduğu konusunda bütün uzmanlar hemfikir görünüyor. Rusya’nın bu saldırganlığıyla “İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenini tehdit ettiğini” ileri süren Olaf Scholz’un federal başbakanı (şansölye) olduğu Almanya için de çok önemli değişikliklerden bahsediliyor. Bu saldırıyı “dünya için bir dönüm noktası” olarak tanımlayan Şansölye Scholz, geçen hafta sonu yaptığı açıklamalarla Almanya’nın güvenlik politikasında önemli bir kırılmaya imza attı. Rusya karşısında açık şekilde ülkesini Ukrayna’nın yanında konumlandıran Scholz, bir yandan Ukrayna’ya Alman silahlarının gönderilmesine karşı çıkan tavrını değiştirirken, bir yandan da Rusya’ya karşı ağır ekonomik yaptırımlara katılma kararı aldı. Berlin'in, Rusya karşısındaki geleneksel “temkinli ve dengeci” politikasını terk etmesi anlamına gelen bu radikal adımların yanında hızlı bir silahlanma politikasına yöneleceğini de açıkladı.
Berlin, Rusya karşısındaki geleneksel "temkinli ve dengeci" politikasını terk etti.
Almanya’nın "denge" politikasındaki kırılma
Almanya’nın yeni politikası çerçevesinde, Ukrayna’ya tanksavar füzeleri ve hava savunması için Stinger füzeleri verilmesi, üçüncü ülkelerdeki Alman silahlarının Ukrayna’ya gönderilmesine izin verilmesi, Alman askerlerinin NATO’nun Doğu Avrupalı üyelerinin savunması çerçevesinde bu bölgeye gönderilmesi, Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılması dahil olmak üzere ciddi yaptırımlara maruz bırakılmasına destek verilmesi, Kuzey Akım 2’nin işletmeye alınmaması, Alman savunma harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 2’sinin üzerine çıkarılması ve bunun haricinde 100 milyar avroluk bir kaynağın Alman ordusunun silah kapasitesinin geliştirilmesi için tahsis edilmesi kararlaştırıldı.
Denge politikasından taviz vermeyen Almanya'nın Ukrayna'ya askeri yardım, Rusya'ya yaptırım ve silahlanma kararlarının önemli sonuçları olacak.
Rusya-Ukrayna krizinin tırmandığı son haftalarda denge politikasından taviz vermeyen ve doğudaki büyük ortağını kızdırmamak için Ukrayna’ya silah göndermeye şiddetle karşı çıkan, Kuzey Akım 2 boru hattını krizin dışında tutmaya çalışan Almanya’nın birkaç gün içinde nasıl olup da bu “dönüm noktasına” geldiği sorusu, herkesin cevabını aradığı soruların başında geliyor.
Kararlar, Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği yükleri terk ettiğini ve yeniden "büyük güç siyasetine" adım atma arzusunu gösteriyor.
Rusya’nın Donbas bölgesinin sınırlarını aşan ve bütün Ukrayna’yı hedef alan saldırısı, Alman hükümetinin bu politika değişikliğinde en önemli etken oldu. Ancak Şansölye Scholz, eski Alman güvenlik politikasında ısrar edip Moskova’ya karşı daha temkinli politikayı savunurken de Amerikan yönetimi Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağını söylüyordu. Yani Rusya’nın Ukrayna’nın tamamını hedef alan saldırısı aslında Alman federal hükümeti için bir sürpriz olmasa gerek. Üstelik bu, Putin’in “Avrupa”daki ilk saldırısı da değildi. 2008 yılında Gürcistan’ı parçalamıştı. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başladığı ilk günlerde Almanya’nın “temkinli” politikasına devam etmek istediği ve Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılması konusunda direnç gösterdiği biliniyor. Almanya ve bazı Avrupa ülkelerinin ancak işgalin üçüncü gününde direnci kırıldı ve Rusya’ya karşı SWIFT yaptırımını devreye soktu. Dördüncü günde de Şansölye Scholz’un Federal Meclis’teki (Bundestag) “dönüm noktasına” işaret eden o meşhur konuşması gerçekleşti. Putin’e ağır suçlamalar yönelterek Rusya’ya karşı cephe aldı, “savaş kışkırtıcısı” (Kriegstreiber) diye tanımladığı Putin karşısında Almanya’nın askeri gücünü nasıl artıracağını ve NATO içerisinde kendisine düşen rolü oynayacağını açıkladı.
Almanya neden tutum değiştirdi?
Putin’in “Kriegstreiber” olması yeni bir durum olmadığına göre, Şansölye Scholz’un Rusya saldırganlığı karşısında fikrini asıl değiştiren diğer gelişmelerden bahsetmek gerekir. Her şeyden önce Ukrayna’nın işgal karşısında direnç göstermesini Putin’i durdurabilecek bir gelişme olarak yorumlayan Scholz’un koalisyon ortakları ve başta ABD olmak üzere bazı NATO müttefikleri Şansölye’yi de bu konuda ikna etmeyi başardılar. İşgale direnen Cumhurbaşkanı Zelenskiy ve Ukrayna halkının desteklenmesi, Putin’i zor duruma sokup koltuğunu kaybetmesine ya da saldırgan politikalarına son vermesine yol açabilirdi. Bu düşünce Alman federal hükümetinin saldırgan Rusya karşısında daha “cesur” adım atmasında önemli rol oynadı.
Trump ve Putin deneyimleri, Almanya ve diğer Avrupalı güçlere geleneksel ittifaklar ve ekonomik ortaklıkların ne kadar kırılgan olabileceğini gösterdi.
İkinci olarak, kararlı bir şekilde direnen Ukrayna yönetimi ve halkı lehinde Avrupa kamuoyunda oluşan büyük sempati, ilk zamanlarda Rusya’ya karşı sert yaptırımlara direnen ve Ukrayna’ya silah gönderilmesine karşı çıkan Scholz hükümeti üzerindeki kamuoyu baskısını da ciddi şekilde artırdı ve dayanılması zor bir noktaya geldi. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy’nin Avrupalılara yönelik çağrıları, bu ülkenin Berlin Büyükelçisinin Almanya’yı hedef alan suçlayıcı açıklamaları kamuoyunda önemli bir karşılık bulurken, Polonya ve Litvanya gibi Putin karşıtı AB/NATO üyelerinden gelen Ukrayna’ya yardım edilmesi çağrılarının dozunun artması da bu konuda çekimser davranan ülkelerin başında gelen Almanya’yı zor durumda bıraktı. Zira Almanya sıradan bir Avrupa ülkesi değildi, AB’nin lider aktörlerinden biriydi ve şimdi “Avrupa güvenliği” için sorumluluk alması bekleniyordu.
Üçüncü olarak, Şansölye Scholz’un koalisyon ortakları Yeşiller ve FDP, Rusya konusunda daha sert bir çizgi izlenmesi gerektiğini savunuyordu. Rusya saldırganlığının boyutlarının bu kadar büyük olması ve Ukrayna’nın bu saldırganlığa boyun eğmeyip direniş göstermesi, Avrupa ve dünyanın birçok ülkesinde oluşan tepki, koalisyon ortaklarının da Scholz üzerinde baskıyı artırmalarını kolaylaştırdı. Bu durumda ekonomi ve güvenlik kaygılarıyla Rusya karşısında temkinli politika izlemeyi savunan çevrelerin etkinliği azaldı ve Şansölye’nin Bundestag’daki konuşmasıyla Almanya’nın güvenlik politikasındaki değişimin kapısını aralaması gerçekleşti.
Almanya “büyük güç siyasetine” dönmek istiyor
Alman hükümetinin Ukrayna’ya askeri yardım, Rusya’ya karşı yaptırımlar ve silahlanma konusunda aldığı kararların gerek Avrupa gerekse dünya siyaseti açısından önemli sonuçları olacaktır. Özellikle silahlanma konusundaki kararlar, Almanya’nın artık İkinci Dünya Savaşı’ndaki suçlarının getirdiği yükleri büyük ölçüde terk ettiğini ve yeniden “büyük güç siyasetine” adım atma arzusunda olduğunu gösteriyor.
Berlin’in savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 2 seviyesinin üzerine taşıma kararı, ilk aşamada ABD ve NATO’nun kazanç hanesine yazılacak bir adım olarak görünse de dünyanın dördüncü büyük ekonomik gücü olan Almanya’nın askeri açıdan da gücünü artırma yoluna girmesi ABD’nin sadece Çin ve Rusya karşısındaki küresel güç mücadelesinde daha güçlü bir müttefik kazanması anlamına gelmeyecektir.
Almanya’nın tarihi, bu ülkenin yeterli ekonomik ve askeri güç elde ettiğinde daha bağımsız hareket etmeye yöneldiğini ve küresel güç mücadelesinde ABD ve hatta Avrupalı müttefiklerinden bile ayrı hareket edebileceğini gösteriyor. Mevcut Alman hükümetinin politik vizyonu ve uluslararası siyasal sistemin günümüzdeki yapısı düşünüldüğünde, Berlin’in yakın gelecekte böyle bir yola girme ihtimali düşük olabilir ancak Trump ve Putin deneyimleri Almanya ve diğer Avrupalı güçlere geleneksel ittifaklar ve ekonomik ortaklıkların ne kadar kırılgan olabileceğini gösterdi.
Yaptırımlardan en çok etkilenen Almanya
Berlin’in Rusya’ya karşı yaptırımlar konusundaki politikasının sonuçları ise büyük ölçüde Rusya-Ukrayna savaşının nasıl sonuçlanacağına bağlı olsa da gelinen aşamada bu krizin en büyük kaybedenlerinden birinin Almanya olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Kuzey Akım 2’nin devre dışı bırakılması nedeniyle söz konusu olan ekonomik zararın yanında, Almanya’nın enerji kaynaklarını çeşitlendirme konusunda gerekli hazırlıkları yapmadan Rusya’ya karşı SWIFT ve merkez bankasının varlıklarının dondurulması gibi yaptırımların içine dahil olması bu ülkeyi enerji arz güvenliği açısından ciddi risk altına soktu. Ayrıca Alman şirketlerinin Rusya’daki yatırımları ve bu ülkeye yönelik ihracatları açısından bakıldığında da Avrupa’da bu ülkeye karşı yaptırımlardan en fazla olumsuz etkilenecek ülkelerden birinin Almanya olduğu görülür.
Bu şartlar altında Almanya, Ukrayna savaşının Rusya için uzun sürüp Putin’in zayıflamasının mı yoksa savaşın kısa sürüp Rusya’ya karşı yaptırımların gevşetilmesinin mi kendisi için daha iyi olacağı ikilemiyle karşı karşıya. Savaşın uzaması belki Rusya’nın zayıflamasına yol açabilir ancak aynı zamanda Putin’in daha agresif hareket etmesine de neden olacağı için Almanya ve Avrupa için ekonomik ve güvenlik risklerini artıran bir etki de doğurabilir. Buna karşılık savaşın kısa sürmesi ve Putin’in istediği şekilde sonuçlanması, Rusya’yı Avrupa karşısında güçlendiren bir etkiye yol açacaktır ve Almanya dahil, Rusya karşısında pozisyon alan ülkelerin kendilerini daha güvensiz hissetmeleri sonucunu doğuracaktır.
Savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Almanya’nın Rusya ile ilişkisinin savaş öncesi duruma dönmesi artık zor görünüyor ve bu yeni ilişkide Berlin’in seçmiş olduğu silahlanma politikasına çok daha fazla ihtiyacı olacak görünüyor.
Kaynak: Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat / AA