Merve Seren, İsrail'in savunma politikalarını anlattı

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Merve Seren, İsrail'in savunma politikasını ve savunma sanayisinin gelişim süreçlerini defensehere.com'a anlattı.

"Ortadoğu’da Güvenlik, Savunma ve Silahlanma" kitabının "İsrail: Varoluşsal tehdit algısından büyük stratejiye" başlıklı bölümünü yazan Seren, şunları söyledi:

"İsrail’in askeri gelişmesine baktığımız zaman birçok devletten çok daha farklı konumda olduğunu görüyoruz. Aslında bunu Ulusal Güvenlik Stratejisinde de görmemiz mümkündür. Şöyle ki İsrail’in ilk Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, 1953 yılında devletin kurucu Başbakanı David Ben-Gurion zamanında ele alınmıştır. 7 haftalık bir çalışmanın ürünüdür. Bu çalışmada karşımıza dört ana madde ortaya çıkar.

Birincisi, İsrail’in caydırıcılık ilkesidir. Çünkü biliyorsunuz, İsrail kuruluşundan beri aslında, existential threat dediğimiz varoluşsal bir tehdit algısına haiz bir ülkedir. Dolayısıyla buradaki Arap-İsrail savaşlarının çok büyük bir etkisi vardır. Bu anlamda İsrail’in birinci Ulusal Güvenlik Stratejisinin temel parametresini, caydırıcılık anlayışı oluşturur. Tabiki de siz caydırıcılığı sağlayabilmeniz için en önemlisi teknolojik imkanlarınızı, askeri imkan ve kabiliyetlerinizi ve tabiki de istihbarat yeteneklerinizi çok iyi sağlamanız gerekmektedir.

İkincisi, erken uyarıdır. İsrail tehditlerde sadece mukabele anlayışını kabul eden bir ülke değildir. Daha ziyade genellikle önleyici ve ön alıcı bir savaş stratejisini devreye koyar.
Üçüncüsü, savunmadır. İsrail daha sonra ki şeylerde de anlatacağım üzere, İsrail’in yerli savunma sanayiini geliştirmesi, aslında Türkiye gibi yaşadığı olumsuz tecrübelere dayanmaktadır. 

Dördüncüsü, başarı ve kararlılıktır. İsrail’in en temel prensibi, bir önleyici ve ön alıcı savaş doktrininde mutlak surette kararlılık ve akabinde sürekli başarı ilkesine dayanır. Bu anlamda İsrail’in hem savunmacı değil daha ziyade daha saldırı pozisyonu öne alan bir savunma stratejisi devreye koyduğunu söylememiz mümkündür.

1953 yılında yayımlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, aslında tek yayımlanan belge olmakla beraber daha sonraki yıllarda nadiren de olsa güncellenmiş, revize edilmiş ve kamuoyuyla paylaşılmıştır. Mutlak surette aslında İsrail, kapalı olarak kendi Ulusal Güvenlik Stratejisinde birtakım revizyonlara gittiğı aşikardır. Ancak bunları kamuoyuyla paylaşması aslında çok fazla rastlanan bir durum değildir. Buradaki bizim için önemli olan şeylerden bir tanesi de 2015 yılında yaptığı revizyonla beraber aslında aidiyetin yani İsrail’in savunma kuvvetlerinin kendi istihbarat teşkilatı (IDF) bununla beraber İsrail’in caydırıcı pozisyonundaki en önemli aktör konumundadır. Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ni bir fiil uygulayacak aktör konumundadır.

Bu anlamda IDF’i dört tane tehdit ve dört tane anlayış üzerine inşa edildiğini görüyoruz, 2015 yılında. Bu tehdit algısına baktığımız da; Birinci sırada, devletler yer alıyor. Devletten kastımız, uzak devletler. Mesela, uzakta İran olması. İran’ın tabiki Nükleer silah geliştirme potansiyeli, İsrail için en öncelikli konulardan bir tanesidir.

İkincisi, yakında Lübnan vardır.

Üçüncüsü ise kendi içerisinde bölgesel çalışmalardan etkilenen ve iç savaş yapılan kırılgan ve başarısız devletler statüsünde tanımladığı devletler vardır. Bu üçüncü sıradaki devlet de şuan da hali hazırda iç savaşın devam ettiği Suriye’dir.

İkinci tehdit algısı kategorisine baktığımızda aslında devlet altı aktörlerden bahsetmemiz gerekiyor. Bu devlet altı aktörleri de, devlet desteği olan ve İsrail’de tehdit oluşturan Hizbullah, Hamas gibi grupların sıralandığını görüyoruz. Bir de herhangi bir devletle veya toprakla bağlantısı olmayan aktörler vardır. Bunlar, İslam-i Cihad ve DEAŞ olarak tanımlanmaktadırlar.
İsrail aslında kendi savunma anlayışına baktığımızda, caydırıcılığı önleyici ve ön alıcı doktrinleri tam anlamıyla aslında içselleştirmiş bir ülkedir. Dolayısıyla biz İsrail’in savunma sanayiine ve savunma anlayışına baktığımızda, bu dış politika anlayışından kesinlikle ayrı ve bağımsız olarak göremeyiz.

Dolayısıyla İsrail’in güvenlik yaklaşımı tüm devlet kurumları tarafından içselleştirilmiştir. Bu anlamda çok aşırı derecede geniş kapsamlı bir güvenlik anlayışına temerküz ettiği ve bütün kurumlarına, toplumuna, siyasetine nüfuz ettiği bir ülke karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda dediğim gibi varoluşsal tehdit algısını çok fazla ön planda olduğunu görüyoruz ve Arap-İsrail savaşlarından sürekli tecrübe ederek aslında gelişen bir savunma yaklaşımı ve savunma sanayiinden bahsetmemiz mümkündür.

Şöyle ki devlet içerisine baktığımızda İsrail, birincisi en fazla askerîleşen devlettir. Bon Üniversitesi ile beraber Military Index vardır. Yani askerîleşme endeksi. Burada 2010 yılından itibaren ki bunun çok daha öncesindedir, İsrail’e 2010 - 2020 yılları arasında dünyanın en fazla askerîleşen devleti olduğunu, sıralamanın birinci sırasında yer alarak aslında göstermektedir.

Biz burada askerîleşme derken neyi kastediyoruz aslında, neye bakarak biz İsrail’in askerileştiğini kastediyoruz? Bunun için bazı faktörler ve bu faktörlerin aslında ağırlıkları vardır. Buradaki ağırlık bileşenlerine baktığımızda misal veriyorum bir ülkede kişi başına düşen en fazla silah oranını hesaba katıyoruz. Bu silahları da kendi içerisinin de kategorize ediyorlar. Ağır ve hafif silahlar diye. İkinci sırada kişi başına düşen doktor sayısı ön plana çıkıyor yani sağlık harcamaları. Üçüncü sırada ise kişi başına düşen öğretmen sayısı ön plana çıkıyor. Dolayısıyla birincisi bunları yaptıkları askeri harcamalar üzerinden yapıyorlar. İkincisi silah ve personel sayısı itibari ile yapıyorlar. Üçüncüsü de diğer bütçe kalemlerinin gayri safi hasılaya, gayri safi yurt içi hasılaya oranı ve kişi başına düşen sayısı itibar ile kendilerine bir hesaplama modeli geliştiriyorlar. Bu anlamda İsrail birinci sırada yer alıyor.

İsrail sadece nadir olarak geçen bir ülke oldu. Bunun yanı sıra 2010 yılından itibaren baktığımızda İsrail’i takip eden ülke Singapur olarak ön plana çıkıyor. Baktığımızda diğer bir oran ise askeri harcamalar, tabi ki İsrail’in askeri harcamaları bizim için çok önemli bir kriter. Biz sürekli askerîleşen bir devlet diyoruz ama dediğim gibi sadece bunun içerisinde doktor, öğretmen, sağlıkçı sayısı bizim için önemli değil. Aynı zamanda kişi başına ne kadar bütçe ayırdığı da önemli. 2017 – 2018 yıllarına baktığımızda İsrail’i dünyada en fazla askeri harcama yapan ilk yirmi devlet arasında 17’inci ve 18’inci sıralarda konumlanırken şuandaki oran İsrail 15’ıncı ve 16’inci sırada 2018 – 2019 yılları itibari ile ve 2019 – 2020 yıllarında 15’inci sıradaki yerini koruyacağı hesaba katılıyor. Fakat ben şöyle bir uyarı da yapmak istiyorum. Çünkü genellikle bu askeri harcamalar, o yıl içerisinde mesela nisan ayında genellikle bu raporları yayınlar. Fakat bütçe tamamen kapandıktan sonra biz İsrail 2018 – 2019 yıllarında 17’inci sırada konumlanırken tamamen bütçe hesaplamaları tamamlandıktan sonra bunlar revize edilir ve İsrail 15inci sıraya yükselir. Dolayısı ile o bandı siz 17 ile 15 sırası arasına hesap etme durumu söz konusu. Yaptığı harcamaya baktığımızda 2018 – 2019 yılları arasında 16 milyarlık bir bütçesi var. 2018 yılındaki bu artış, gayri safi yurt içi hâsıla genelinde baktığımızda 0.4 iken, 2019 yılındaki bu artışın %6.4 harcama yaptığını yani bütün gayri safi yurt içi hasla içerisinde %6.4 bir artış yaptığını görmemiz mümkündür.

İsrail askeri yardımlarına geldiğimizde biliyorsunuz İsrail’in kuruluşundan itibaren dış desteklerle ABD ve Avrupa ülkelerinin büyük desteğini aldığını söylememiz mümkündür zaten. Bununla beraber bu ülkeler İsrail’i bir varlık nedeni yani bir entite oluşması bir devletleşme süreci değil aynı zamanda devletleştikten sonra tehditlere karşı mücadele edebilecek imkân ve kabiliyetlere haiz olması açısından da desteklemişlerdi. Bu anlamda birinci sırada bugün İsrail en fazla dış yardım ve hibe alan ülkelerden biri konumundadır. Bu anlamda ABD öncelikli sıradadır. Daha sonra ABD’yi İngiltere ve Fransa takip etmektedir. Ve yine aslında Almanya’da da zamanında farklı süreçler içerisinde katkıları ve hibeleri söz konusudur. Ama Türkiye ve İsrail’in ortak bir özelliği var o özellik de ambargodur. Çünkü zamanında her ne kadar hibe ve dış yardım alsa da altı gün savaşlarında Fransız ambargosu ile karşılaşmıştır. 1973 yılında yaşanan İsrail Arap-savaşları bu Avrupa devletleri tarafından tepki görmüştür. Bu dış yardımlar ve hibe programları Arap birliğinde uluslararası arenada uluslararası kamuda sıklıkla dile getirilmiş. İsrail’in fazla caydırıcı olduğu, fazla ileri teknolojiler kullandığı ve orantısız güç kullandığı aşırı kuvvet kullanımına gittiği yönünde birçok eleştirinin fazlalıkla zikredilmesi Avrupalı devletlerin de yer yer Arap birliğine destek vermesi ile sonuçlandığı durumlar söz konusudur.

Bu anlamda 1973 yılı İsrail’in tarihine bir Fransız ambargosu olarak geçmiştir ve bu kötü tecrübenin sonunda İsrail yerli ve milli savunma sanayisine çok büyük bir yatırım yapmaya devam etmiştir. Bu anlamda İsrail’in savunma sanayisine baktığımızda bazı şirketlerin ön plana çıktığını görüyoruz. Mesela havacılık ve uzay anlamında baktığımızda IAI bunlardan bir tanesidir. Yine ELTA vardır. Onun dışında hepimizin bildiği Rafael vardır. Bu anlamda İsrail’in özellikle hava kuvvetlerinde daha fazla yatırım yaptığını söylememiz mümkündür. Havacılık, uzay ve füze teknolojisi konusunda aslında ilk zamanlardan itibaren çok büyük yatırımları söz konusu olmuştur. Mesela şunu söylememiz gerekiyor. Mirage uçaklarını Fransa’dan almak üzere 50 adet Mirage siparişi vermişti. Fakat Fransız ambargosu üzerine iptaller gerçekleşmiştir. Ve bunun üzerine İsrail kendi savaş uçaklarını geliştirmiştir. Bu anlamda İsrail 1970’ler den itibaren yerli ve milli savunma sanayisine büyük yatırımlarda bulunduğunu ve bu şekilde artık ithal eden bir ülke değil aynı zamanda ihraç eden bir ülke konumuna geldiğini söylememiz gerekir. Fakat burada da bir şeye dikkatimizi çekmemiz gerekiyor. Eskiden tamamen dışa bağımlı bir ülkeyken, Almanya ve İngiltere gibi turbo jet motorlarından tutun birçok konuda dışa bağımlı bir ülkeyken ve dışa bağımlılığının temel faktörü Fransa iken, şu anda ise satışta dışa bağımlı bir ülke olmuştur. İsrail’i şu anda en fazla ekonomik zengin yapan konulardan bir tanesi savunmada yaptığı ihracattır. Dolayısıyla şu andaki savunma sanayiinin gelişmesinde ki en önemli kalemini yani girdisini dışarıya yaptığı ihracat rakamları teşkil etmektedir. Siz dışarıdaki müşterilerinizi kaybettiğiniz durumda o zaman İsrail’in kendi içerisinde yaptığı projelerden etkilenmesi söz konusu olacaktır."

Merve Seren, İsrail'in savunma politikası hakkında konuştu

 

Yorum yapın