İsrail Çin’e özellikle hava araçları ve füze kullanımıyla ilgili donanımlar gibi askerî teknolojik ürünler ihraç etmiştir. Bu dönemde ABD’nin fazla baskı uygulamaması, İsrail-Çin ilişkilerinin gelişmeye devam etmesini sağlamış olsa da 1995 yılında bir tür hava radar sistemi olan Phalcon ile ilgili İsrail ve Çin arasında imzalanan anlaşma, Amerikan yönetimini ciddi şekilde tedirgin etmiştir.
İsrail tarafından geliştirilen Phalcon, Çin için hem Tayvan üzerindeki nüfuzunu arttırabileceği hem de istihbarat için kullanabileceği önemli bir donanımdır. İsrail’in Çin ile anlaşma sürecinde ABD’nin Phalcon konusundaki endişelerini fazla dikkate almayan bir yaklaşım ortaya koyması, ABD yönetimi tarafından İsrail’e verilen yıllık 250 milyon dolarlık dış yardımın bloke edilmesi kararının alınmasına sebep olmuştur.
ABD yönetiminin aldığı bu karara rağmen Tel Aviv yönetimi Phalcon konusunda Pekin’e verdiği sözü tutacağını açıklamıştır. Bu durum, İsrail ve ABD’nin bölgede çıkar uyumuna dikkat etmediğini göstermesi bakımından dikkate değerdir.
İsrail, Çin’e Batı’dan askerî ve teknolojik donanımlar sağlayarak Çin’in yaptırımlardan daha az etkilenmesine yardım etmiştir. İsrail ayrıca komşularıyla yapamadığı silah ticaretini Çin’le yaparak, ticari kazanç da elde etmiştir.
2000 yılında ABD, Çin’in Tayvan üzerindeki etkisini İsrail’den temin ettiği askerî donanımlarla sağladığını belirterek “Hong-Renin Baskıları” adı verilen silah satışına itiraz hakkında bazı kararlar almıştır. Amerikan Temsilciler Meclisi’nden geçen bu kararların ardından Phalcon anlaşmasının da iptalini isteyen ABD, aksi takdirde İsrail’e yapılan yardımların azaltılacağını duyurmuştur.
Bu tehditten sonra İsrail, Çin’e yapacağı satış planını iptal ettiğini açıklamıştır. Bu olay, ABD’nin dış politikada İsrail üzerindeki etkisini açıkça göstermesi bakımından kayda değerdir.
Harpy isimli insansız hava araçlarının Çin’e satılması da yine aynı şekilde ABD-İsrail arasında şiddetli bir gerginliğe sebep olmuş ve İsrail yine bu savunma teknolojilerinin de Çin’e satışını iptal etmek durumunda kalmıştır.
İki ülke arasında gelişen ilişkiler şimdiye kadar İsrail’e güvenlik ve ekonomik açıdan kazanımlar sağlarken Çin’e olan siber sistem, yüksek teknoloji birikimi ve askerî teçhizat transferini kolaylaştırmış, ayrıca Çin’in Doğu Akdeniz’e erişimini de güvence altına almıştır.
İsrail için önemli bir dış pazar olan Çin için ise İsrail, bölgede nüfuz sağlamak ve Batı’nın silah ve teknoloji bilgisinden faydalanmak için kritik bir aktör konumundadır. İki ülke arasındaki ilişkiler son yıllarda karşılıklı güven ve anlayışa dayalı bir şekilde ilerlemektedir ancak pek çok aktörün mücadele alanı olan Ortadoğu’da Çin’in İsrail’le yakınlaşması, bölgedeki güçlü aktörlerce dikkatle takip edilmektedir.
Özellikle İsrail’in Çin’e stratejik bilgi aktarımı ve Çin’in İsrail’de gerçekleştirdiği altyapı yatırımları, bölgedeki diğer aktörler tarafından tepki ve endişeyle karşılanmaktadır.
İsrail, kuruluşundan itibaren sınırlarını çevreleyen düşman devletlerin varlığı ve güvenlik endişesi sebebiyle de bölge dışı devletlerle ilişkilerini geliştirme gayretindedir. Bunlar dışında küresel rekabete uyum sağlayacak bir ekonomik güce sahip olmaması da İsrail yönetimini son yıllarda yeni ilişkiler kurmaya zorlamıştır. Zira İsrail, Batı’nın ve özellikle ABD’nin silah ve teknolojik bilgi birikimine sahip olmakla birlikte, iç pazarda gelişmiş bir ülke değildir. Kendisini dış pazara bağımlı kılan bu durum sebebiyle de yeni arayışlara yönelmiştir.
1950’li yıllarda yaşanan Kore Savaşı sırasında İsrail’in Güney Kore tarafında yer alarak Komünizme karşı durması ve Birleşmiş Milletler (BM) güçlerine yardımda bulunması; Çin’in de Bandung Konferansı’nda İsrail’i boykot etme kararını onaylaması, iki ülke arasında gerilime sebep olan süreçler olmuştur. Sonraki yıllarda yaşanan Süveyş Krizi ve Arap-İsrail Savaşları gibi gelişmeler sırasında Çin, Arap ülkeleriyle diplomatik ve ekonomik ilişkilerini güçlendirirken İsrail’le daha da uzaklaşmıştır.
ABD, önce 11 Eylül saldırıları, ardından Afganistan ve Irak işgallerinin etkisiyle ekonomik ve politik sıkıntılar yaşamaya başlamış ve uluslararası sistemde farklı güç odaklarının ortaya çıkışını engelleyememiştir. Nitekim çok geçmeden de Asya’da yükselmekte olan Çin’in bölgesel bir aktör olarak kendisine rakip olacağından endişe etmeye başlamıştır.
Kaynak: İNSAMER / Ayşe Yıldız