Türk-Rus Savunma İşbirliği: Siyasi-Askeri kapsam, beklentiler ve limitler

Türk strateji çevreleri, sıklıkla, Rusya Federasyonu’yla bölgesel güvenlik işbirliği yapılmasıyla Rusya’dan savunma alımları yapılmasını birbirine karıştırmaktadır. Bunların ilki Ankara’nın Suriye’de kilit terörle mücadele operasyonları gerçekleştirmesini sağlasa da (Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatı), ikincisi, özellikle de stratejik silahlar söz konusu olunca, Ankara’nın ister istemez NATO müttefikleriyle anlaşmazlığa düşmesine sebep olacak karmaşık bir denklemdir. 

Türk savunma sanayii, milli silah sistemleri dizayn ve üretiminde önemli gelişme kaydetmiştir. Örneğin, taktik ve MALE (medim range / long endurance) sınıflarında dünyada en iyi çözümlerden birini sunan, gerçek çatışma koşullarında denenmiş silahlı insansız hava araçları artık endüstriyel kabiliyetler içindedir. Türk savunma sanayiinin kapasitesi, korvetlerden ana muharebe tanklarına ve çok namlulu roketatar sistemlerine (MLRS) kadar birçok konvansiyonel kategoride gelişme halindedir. Öte yandan, uzun menzilli, stratejik karadan havaya füze (SAM) sistemleri halen gelişmekte olan milli askeri-endüstriyel kompleks açısından eksik durumdadır. Moskova’nın S-400 teklifi bu kapasite eksikliğinden faydalanmayı ve Ankara’nın NATO’daki alışılagelmiş müttefikleriyle ilişkilerinin gerilmesinden yararlanmayı amaçlamaktadır.

Rusya’nın stratejik SAM sistemi kuşkusuz Türkiye’nin tek seçeneği değildir. Bu yazı kaleme alınırken, ABD’nin Patriot teklifi oyunu değiştirebilecek nitelikte olabilir (Türkiye ile EUROSAM arasında süregelen bir işbirliği de bulunsa da bu daha ziyade uzun vadeli bir ortak üretim projesine yöneliktir).

Öte yandan, S-400 alımının maliyeti (her şeyden önce F-35 teslimatlarını ve mevcut F-16 envanterini tehlikeye atma riski) sistemin hava savunma segmentinde oluşturacağı avantajlarını gölgede bırakabilir. Ancak, Türkiye’nin transatlantik ilişkilerinde yeterli 1.5 diplomasi kanalı bulunmaması ve Batı’nın önemli siyasi-askeri figürlerinin sert söylemleri sebebiyle S-400 konusu, Türk strateji çevrelerince bir milli bağımsızlık meselesi olarak algılanmaktadır. Bu durumun yalnızca rasyonel, askeri-teknik açıdan açıklanması güçtür.

Çin ve Hindistan (özellikle de Pekin), teknolojik kapasitelerinin ve gelişmiş silahlara yönelik teknoloji transferlerine olan ilgilerinin artması sebebiyle giderek daha ‘doymuş pazarlar’ haline gelmektedir. Rusya’nın savunma ihracatı imkanlarını çeşitlendirmesi gerekmektedir. Bu sebeple Moskova, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’da yeni pazar arayışındadır. Zengin Körfez ülkeleri de dikkate değer şekilde kazançlı fırsatlar sunmaktadır.

Türkiye’nin stratejik silah pazarına girmek Rusya’ya Ankara’nın Batılı müttefikleri karşısında S-400 anlaşmasının savunma ekonomisi boyutunu dahi gölgede bırakabilecek, güçlü bir siyasi koz verecektir. Eğer Türkiye F-35 projesinin dışında tutulur ve ABD’nin CAATSA (Amerika’nın Düşmanlarına Yönelik Yaptırım Yasası) yaptırımlarına maruz bırakılır ise, Ankara’nın transatlantik bağlantıları neredeyse düzeltilemez şekilde hasar görebilecektir. Bu dış politika ‘başarısı’ Kremlin için herhangi bir silah satışından çok daha büyük bir değere sahiptir. Bahse konu denklem, S-400 anlaşmasını bir savunma ihracatı olmanın da ötesine taşımaktadır.

Türk – Rus savunma işbirliğinin gelecekteki gidişatı ve işbirliğiyle ilgili beklentilere dair Su-57 ve Su-35 savaş uçak- larının satın alınmasından, S-500’ün ortak üretimine kadar birçok fikir dile getirilmiştir. Fakat yakın gelecekte gerçeğe dönüşmesi en muhtemel kategori, S-400 anlaşmasının gerçekleşmesi halinde derin, katmanlı ve güvenilir bir SAM konfigürasyonu elde edilmesine yönelik kısa-orta menzilli hava savunma sistemleri (örneğin Pantsir hava savunma ailesi) olabilir.

Türk – Rus askeri işbirliğinin siyasi-askeri açıdan NATO’nun tepkisini çekmeden ilerlemesini sağlayacak bir yol neredeyse yoktur. Türkiye’nin milli savunma sanayii günümüzde üstün silahlar üretmekte, hatta bunların bir kısmını da artan başarıyla ihraç etmektedir. Bu nedenle, savunma modernizasyonu açısından Ankara’nın temel ihtiyacı, ileri teknoloji ve stratejik silah sistemleridir. Bu alanlarda herhangi bir Rus işbirliği beklentisi Batı’da kaygıların ortaya çıkması için fazlasıyla yeterlidir.

Türkiye savunma ihtiyaçları açısından daha önce de NATO dışı seçeneklere yönelmiştir. Bu açıdan en dikkat çekici örnekler İsrail ve Güney Kore idi. Seul, Türk savunma sanayi için halen kilit bir partner olmayı sürdürmektedir. Son zamanlarda Ukrayna da çekici bir NATO-dışı savunma partneri olmaktadır. Fakat bu aktörler öyle ya da böyle Batı güvenlik mimarisine bağlıdır. Rusya ise Batı için en önemli sorun ve rakip olmayı sürdürmektedir. Bu yüzden Ankara’nın Moskova’yla kurduğu savunma ortaklığı transatlantik topluluğunun gözünde kabul edilebilir bir NATO-dışı seçenek değil, NATO karşıtı bir seçenek olarak görülebilir. Yukarıda belirtildiği üzere Track 1.5 ve Track 2 diplomasi kanalları bu sağırlar diyaloğunun çözülmesi için zaruridir.

Yazının tamamına ulaşmak için buraya tıklayınız

Kaynak: EDAM / CAN KASAPOĞLU

Yorum yapın