Türk Hava gücünün en zor 10 yılı: Hava Harp trendleri, tehdit ortamı analizi ve Türk Hava Kuvvetleri’nin 5. Nesil geleceği

EDAM Savunma ve Güvenlik Araştırmaları Direktörü Can Kasapoğlu'nun kaleme aldığı rapor, "Türk Hava gücünün en zor 10 yılı: Hava Harp trendleri, tehdit ortamı analizi ve Türk Hava Kuvvetleri’nin 5. Nesil geleceği" konusunu ele alıyor.

Yönetici Özeti ve Türk Karar Vericiler İçin Siyasa Tavsiyeleri

  • Türk Hava Kuvvetleri ve Türkiye’nin hava harp yetenekleri, önümüzdeki 10 – 20 yıl kapsamında ciddi bir sınama ile karşı karşıyadır. Sözü edilen sınamanın temelinde, kategorik olarak bir tekno-jenerasyon sorunu bulunmaktadır. Türk Hava Kuvvetleri’nin, bölgesel silahlanma trendleri de göz önünde bulundurulduğunda, 4. nesil kabiliyetle sınırlı bir şekilde, Türkiye’nin önündeki kritik jeopolitik zorlukları atlatması kolay olmayacaktır.

  • Halihazırda, dünyadaki birçok hava kuvvetleri 5. nesil platformlar (örn. F-35) ile uçmaktadır (örn. Birleşik Krallık, ABD, İsrail vb). Diğer bazı hava kuvvetleri ise 4.5 ya da 4++ olarak nitelendirilen ara çözümler için alımlar yapmaktadır (örn. Yunanistan Rafale], Mısır Arap Hava Kuvvetleri Su-35]). 5 nesil platformların üreticisi ve operatörü olan kimi ülkeler de, sözü edilen ara çözümlere dayanarak, 2040’lı yıllar için 6. nesil hava gücü planları yapmaktadırlar (örn. 6. nesil projeleri ile Fransa & Almanya ve Londra liderliğindeki Tempest Projesi ile İsveç).

  • Dünyada yukarıda özetlenen trendler gözlemlenirken, Türk Hava Kuvvetleri, halihazırda, sabit kanatlı muharip platform olarak yoğunlukla 4. nesil F.16’lara dayanmaktadır (daha az sayıdaki modernize edilmiş F-4 2020’ler ise envanterdeki ömürlerini doldurmaya yaklaşmıştır). Normal koşullarda, 5. nesil F-35 Müşterek Taarruz Uçağı envantere girecek iken, Rusya Federasyonu’ndan S-400 stratejik SAM sistemi alımı nedeniyle, söz konusu kabiliyetin kazanılması mümkün olmamıştır. Türkiye’nin bir diğer 5. nesil projesi olan Milli Muharip Uçak’ın envantere girmesi ve anlamlı bir caydırıcı güç oluşturmaya başlaması ise iyimser ve kötümser çeşitli tahminler ile 2030 – 2040 penceresini bulacaktır. Özetle, bir ara çözüm bulunmaz ise, Türk hava gücünün dünyadaki trendlerden geri kalması söz konusudur.

  • Bölgesel silahlanma paternlerinin dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Özellikle, Yunanistan Hava Kuvvetleri, F-16V modernizasyonu, Fransa’dan Rafale 4.5 nesil savaş uçağı alımı ve son dönemde gündeme gelen F-35 alımı dolayısıyla, hava – hava askeri stratejik dengesinde, Türkiye’ye karşı ciddi bir avantaj kazanabilir. Benzer bir durum, Libya özelinde Birleşik Arap Emirlikleri Hava Kuvvetleri ve Mısır Arap Hava Kuvvetleri için de söylenebileceği gibi; Birleşik Arap Emirlikleri ve Yunanistan arasındaki yakın işbirliği de dikkate değerdir.

  • Tüm bu gelişmeler karşısında, Türkiye’nin, bu raporda ayrıntılı olarak açıklanan gerekçeler ile, S-400 etrafında şekillenecek, SAM sistemleri tabanlı, A2 / AD (anti-acess / area denial) tarzında bir konsept ve buna uygun kuvvet yapısı ile farklı bir hareket tarzı izlemesi mümkün görünmemektedir. 1973 Arap – İsrail Savaşı’ndan başlayarak, SAM sistemlerinin muharip rolleri birçok vakada ön plana çıkmıştır. Öte yandan, Türkiye’nin savunma planlaması ve milli güvenlik gereklilikleri, SAM-yoğun bir kuvvet yapısı için uygun değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine henüz giren S-400 stratejik SAM sisteminin de, ağ-merkezli mimarideki eksiklikler nedeniyle, istenilen ölçüde performans gösteremeyeceği değerlendirilmektedir.

  • Modern hava savunma sistemleri ile 5. nesil, stealth platformlar arasında, ancak radar teorisinin çok iyi anlaşılması ile kavranabilecek, elektromanyetik spektrumda oynanan bir av & avcı oyunu sürmektedir. Sözü edilen oyunda av ve avcı rolleri, farklı girdilere bağlı olarak değişir. Stealth uçaklar görünmez değildir ve teknik olarak, düşük görünürlüklü nitelikleri, elektromanyetik spektrumun bir bölümü için geçerlidir. Bu nitelik, her bir dizayn felsefesi ve platform için değişkenlik gösterir. Söz gelimi, F-35, B-2 ya da F-22 farklı stealth kapasitelerine sahiptir. Rusya Federasyonu örneğinde gördüğümüz üzere, düşük görünürlüklü savaş uçaklarını tespit etmek için NEBO M gibi, çok farklı bant ve frekans segmentlerinde arama yapan sistemleri bir araya getiren, üst düzey yapılar gerekmektedir. Kaldı ki, elektromanyetik spektrumun belirli bir bölümünde ‘tespit’, hava savunma sistemlerinin her durumda stealth uçakları vurabilecekleri ‘netlikte’ angajmanlara karşılık gelmemektedir. Türkiye örneğinde, hiçbir ağ-merkezli mimariye ve üst düzey anti-stealth sensörler manzumesine entegre edilmeyecek olan S-400 stratejik SAM sisteminin, Yunanistan Hava Kuvvetleri ya da Birleşik Arap Emirlikleri Hava Kuvvetleri’ne ait F-35’leri ‘anlamlı bir menzilde’ tespit etmesi oldukça zordur. Bu nedenle Türk S-400 kabiliyeti ile Rus hava savunma mimarisinin parçası olan S-400 kabiliyetini aynı zeminde değerlendirmek gerçekçi değildir. Stratejik silah sistemleri, bir muharebe ağı (battle network) içinde anlamlı ve kıymetli unsurlardır.

  • Türk hava gücüne yönelik bir diğer tehdit kaynağı da balistik füzelerdir. Özellikle, Orta Doğu’dan kaynaklanan balistik füze tehdidinde artış gözlemlenmektedir. Geleneksel olarak tehdit kaynağı olan İran dışında, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin kimyasal harp ajanlarının önemli bir bölümünü koruduğuna ve balistik füze yeteneklerini tahkim ettiğine yönelik istihbarat emareleri mevcuttur. Ayrıca, Dağlık Karabağ çatışmaları Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin askeri zaferi ile sona ermiş olsa da, Ermeni balistik füze birliklerinin cephe gerisine ve kritik ulusal altyapıya yönelik taarruzu dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bilhassa, Erivan envanterindeki SS-26 İskender Füzeleri ve 2016 – 2017 döneminde teşkil edilen Rus – Ermeni müşterek birliği, Türk savunma planlaması için ciddi risk faktörleri arasındadır.

  • Balistik füze tehdidinin yanı sıra, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ileri-konuşlu muharip unsurlarının ve sınır-ötesi üslerinin hava savunması, Libya ve Suriye tecrübelerinden öğrenilen dersler kapsamında, giderek daha ciddi bir gereklilik haline gelmektedir. Türkiye’nin jeopolitik rakipleri, örneğin ve öncelikle Birleşik Arap Emirlikleri, Türk askeri varlığını sınır ötesinde hedef alma eğilimi göstermektedir.

  • Esasen, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Hava Kuvvetleri için 100 adet F-35A varyantı alımı yapmayı planlamıştır. Öte yandan, TCG Anadolu ile birlikte, Türk Deniz Kuvvetleri donanma havacılığı kapasitesinde kullanılmak üzere F-35B varyantı alımı yapılabileceğine ilişkin emareler de mevcut idi. Türkiye’nin F-35 projesinden dışlanmasının bir diğer komplikasyonu da, TCG Anadolu Amfibi Taarruz Gemisi’nin bir ‘mini uçak gemisi’ olarak kullanmasına yönelik engellerdir. Halihazırda, TCG Anadolu için, F-35B dışında bir seçenek mevcut değildir.

  • Türk basınına da kimi zaman yansıyan, F-35 alımında aksama, Milli Muharip Uçak’ın envantere giriş süresi ve F-16’ların yaşlanması gibi sorunlardan kaynaklanan kabiliyet açığının, insansız hava araçları ve hafif taarruz uçakları ile kapatılması gibi ‘analizlerin’ gerek pratikte gerekse mevcut askeri bilimler literatüründe bir karşılığı yoktur. Gerçekten de, öğrenilen dersler, yukarıda anılan yeteneklerin hafife alınamayacağını göstermektedir. Örneğin, Karabağ Savaşı sırasında, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, Türk ve İsrail yapımı SİHA ve taarruzi SİHA (kamikaze drone) sistemleri ile büyük bir başarı kazanmıştır. Hatta, insansız hava sistemlerinin harp sahasındaki etkilerinin ‘taktik düzeyde’ kalacağına ilişkin ön kabuller karşısında, bugün birçok önemli uzman, Karabağ Savaşı’nı, robotik harp ve SİHA / İHA sistemleri için tarihi bir dönüm noktası kabul etmektedir. Öte yandan, sözü edilen başarı, SİHA’ların hava-hava angajmanlarında insanlı platformlara üstünlük kuracağı ve algoritmaların pilotları tamamen kokpit dışında bırakacağı anlamına, henüz, gelmeyecektir. Önümüzdeki ön yıllarda, yapay zeka ve algoritmik harp kapsamında değişim potansiyeli olsa da, hava harp parametreleri halen insanlı platformlar etrafında şekillenmektedir. Türkiye’nin 5. nesil hava harp kabiliyeti açığını, SİHA’lar ve hafif taarruz uçakları ile kapatması, mevcut savunma teknolojileri ile, mümkün değildir.

  • Yaptığımız çalışmalar, Türkiye’nin öncelikli olarak F-35 programına geri dönmesi gerektiğini göstermektedir. Sözü edilen siyasa tavsiyesi, gerek Türk Hava Kuvvetleri’nin muharip yetenekleri gerekse Türk savunma sanayiinin teknolojik ve ekonomik kazanımları ve istihdam kapasitesi için büyük önem taşımaktadır.

  • Bir yandan Hisar Ailesi merkezli milli alçak, orta ve yüksek irtifa hava savunma kabiliyet inşası sürerken, eş zamanlı olarak EUROSAM işbirliği ile, ortak üretim ve teknoloji paylaşımı zemininde, anti-balistik füze yetenekleri kazanılması büyük önem arz etmektedir. Son olarak, ABD’nin 2018 yılı sonunda yaptığı Patriot teklifinin, bu raporda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, offset şartları ve IBCS konfigürasyonu eklentisi de müzakere edilmek suretiyle, gündeme alınabileceği değerlendirilmektedir.

  • En nihayetinde, Ankara, S-400 seçeneğini bir savunma alımı çerçevesinde askeri gereklilik olarak kıymetlendirse de, Batı savunma eko-sisteminden ve Kremlin’den bakıldığında,  S-400’ün daha çok jeopolitik bir tercihe karşılık geldiği görülmektedir.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz: Türk Hava gücünün en zor 10 yılı: Hava Harp trendleri, tehdit ortamı analizi ve Türk Hava Kuvvetleri’nin 5. Nesil geleceği

Kaynak: EDAM / Dr. Can Kasapoğlu

Yorum yapın