MEF Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, Defensehere.com'a verdiği röportajda, Ukrayna-Rusya Savaşı'yla gündeme gelen nükleer enerjinin savunma sanayiinde kullanılması konusunu anlattı.
Nükleer enerjinin tamamen insanların kullanımına bağlı olduğunu belirten Kibaroğlu, şunları söyledi:
"Nükleer enerji ile ilgili en önemli tartışma bunun "ikiyüzlü" enerji olması, yani bir yüzü ile tamamen barışçıl amaçlı bir takım işlemler yapılabilir, barışçıl amaçlı elektrik üretimi, tıp, tarım gibi birçok sektörlerde kullanılabilir ama diğer yönden aynı nükleer bilim, teknoloji, tesis, imkân ve kabiliyetler ile nükleer silah yapmakta mümkündür.
"Nükleer silahların yasaklanması"
Zaten bu yönüyle 1968 yılında imzalanan, 1970 yılında yürürlülüğe giren "nükleer silahların yasaklanması" antlaşması, NTP(Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons) ortaya çıktı ve 1 Ocak 1967’den önce nükleer düzenek patlatmış olan ülkeler, nükleer silahlara sahip olan devletler olarak kategorilendirildi ve olan silahları zaman içinde azaltmak şartıyla elinde tutabilmeleri resmi olarak bulundurma hakkına sahipler.
Antlaşmaya taraf olan diğer 188 ülke, nükleer silahlara sahip olmayan devlet statüsünde ve bu ülkeler antlaşmaya taraf olurken, hiçbir zaman nükleer silah yapmayacakları ve bunun karşılığında, nükleer enerjiyi barışçıl amaçlı kullanımlarından istifade etmelerine engel olmayacağının garantisini aldılar.
Dolayısıyla nükleer enerji böyle bir enerji, tabi buradaki ince çizgi; tamamen devletlere bağlı, tamamen aynı teknoloji, kadrolar, bilimsel bilgiler, tesisler ile birçok Avrupa ülkesi buna sahip ve sadece barışçıl amaçlı kullanılabilir. Eğer askeri amaca yani silah yapmaya yönenilirse, o tesisleri ve yöntemleri biraz daha farklı olarak kullanmak gerekebilir.
Mesela barışçıl amaçlar çerçevesine göre ya da askeri amaç kapasitesinde değerlendirilmeyen unsurlardan bir tanesi; araştırma reaktörleridir. Orada yüzde 20, hatta daha fazla yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum açısından ve daha fazla zenginleştirildiği takdirde silaha gidebilir ya da nükleer denizaltılar, uçak gemileri gibi bunlar nükleer enerji ile çalışabilir, çünkü içlerinde bir nükleer reaktör var.
Nükleer Reaktörlerin denizaltılardaki etkisi?
Özellikle denizaltıların, denizaltında çok uzun süre kalabilmeleri, satıha çıkıp mazot almaya ihtiyaç duymaması, aylarca denizin altında kalabilmesi, su yaratabilmeleri, havayı temizleyebilmeleri nükleer reaktör sayesinde olur.
Yani bir denizaltı aynı zamanda hem nükleer silah fırlatabilen hem de nükleer enerji ile çalışabilen bir denizaltı olabilir. Yakın zamanda Avustralya, İngiltere, ABD arasında AUKUS antlaşması imzalandı ve ABD ile İngiltere, Avustralya’ya 8 adet nükleer denizaltı verecek, ancak bunlar nükleer silah fırlatan denizaltı olmayacak. Sadece nükleer reaktör ile çalışacak.
"Nükleer enerjinin kullanımı kişinin niyetine bağlıdır"
Özellikle denizaltılarda nükleer enerji ile çalışabilecek bir yapı oluşturulduğunda, özellikle denizaltılarında çok büyük bir avantaj sağlayabiliyor ama sonuç itibari ile her teknolojik gelişme de olduğu gibi o kapasiteli kişilerin niyetleri sonucu belirliyor.
Çünkü birçok teknolojide tamamen insanlık yararına, çevre için uyumlu ve barışçıl amaçla kullanılabilir ama yine aynı teknoloji, çevreye ve insanlara zarar veren, sağlığa zararlı bir şekilde dönüştürmekte mümkün olabiliyor. Bu tamamen insanların kullanımına ve niyetlerine bağlı bir durum.
"Putin’in açıklamaları tamamen gereksiz ve şanssız"
Putin’in işgalin başlamasından 1 ya da 2 gün sonra yapmış olduğu açıklamayı son derece şanssız bir açıklama olarak değerlendiriyorum. Bunun iki nedeni var. Birincisi; sadece nükleer ile kalmadı, özellikle NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in ağzından basın toplantılarında birkaç kez hem zirve öncesi hem de zirve sonrası yaptığı açıklamalarda, Rusya’nın kimyasal silah kullanması endişesi taşıyoruz gibi ifadeler basında çok yer aldı. Putin, nükller kullanır mı, kimyasal silah kullanır mı? Bana göre bu tartışma Putin’in son derece gereksiz ve şanssız açıklaması üzerine oldu.
"Nükleer silahlar Rusya’ya, Sovyetler Birliği’nden miras"
Neden gereksiz ve şahıssız? Çünkü Rusya, Sovyetler Birliği’nden miras olarak aldığı nükleer silaha sahip devlet statüsünde bir ülke ve nükleer silahları tutma hakkına sahip, her ne kadar azaltma garantisini vermiyor olsa bile, konjonktür tabi buna fırsat vermiyor ama nükleer silahlara sahip devletler, nükleer sahip olmayan devletlere "negatif güvenlik garantileri" verdiler. Yani, siz eğer nükleer silaha sahip olmayan devlet, bana karşı nükleer silahlara sahip bir devlet ile beraber bir iş birliğine veya saldırıya girişmez ise kanuna karşı "nükleer silah kullanmayacağım" şeklinde bir söz verildi. O söz bir anlaşma değil ama uluslararası alanda devletlerin yazılı olarak yapmış oldukları açıklamalar ve kendilerini bağlayan açıklamalar olarak kabul edilir, uluslararası hukuk açısından da.
"Ukrayna nükleer silahları daha sonra devretti"
Bir defa buna çok aykırı bir tutum takındı, ülkeler bu anlaşmaya girerken, biz nükleer silah yapmama karşılığında hem nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımından istifade edeceğiz, hem de bize karşı nükleer silah tehdidi ortaya konulmayacak dendi. Kaldı ki, Ukrayna konusunda Sovyet Birliği’nden devralınan nükleer silahlar, Sovyetler Birliği döneminde, 15 Sovyet Cumhuriyeti’nin dördünde Ukrayna, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Rusya; Beyaz Rusya, Kazakistan ve Rusya silahlarını hemen devrettiler.
Ukrayna biraz ayak diledi ama 1995 Budapeşte memorandumu ile hem egemenliğin tanınacağı hem tehdit altında kalmayacağı düşüncesiyle, bu yönde sözler verildiği için nükleer silahları Rusya’ya devretti. Uluslararası hukuka göre doğrusu devretmekti, zaten bu silahlar Sovyetler Birliğine aitti.
Bugün ise bir nükleer tehdit ile karşı karşıya kalmış olması, bundan sonra herhangi bir devlete bu konuda söz verdiğiniz takdirde bu örnekleri bize getirecektir.
"Nükleer silaha sahip olursak bize dokunamazlar, sahip olmazsak bunlar karşısında aciz kalırız"
Yani bize söz veriliyor, yani başkasına söz veriliyor, tutulmadığı zaman bu sözlerin bir gereği yok. Birçok ülke demek ki nükleer silaha sahip olursak bize dokunmazlar, sahip olmazsak bunlar karşısında aciz kalırız diye düşünebilir.
Kimyasal silahlar konusu ise Rusya Federasyonu yine Sovyetler Birliğinden kalan 40 bin ton bu kayıtlara geçen kimyasal stoku, 1993 yılında Ocak ayında imzalanan ve 1997 Nisan’da yürürlülüğe giren "kimyasal silahlar konvansiyonu" çerçevesinde hem kimyasal silah stokunu hem bunları yapmakta gerekli olan tesisleri tamamen ortadan kaldıracaktır.
"Rusya, Suriye’nin kimyasal silah kapasitesine çok katkıda bulundu"
Rusya’nın o tarihten sonra kimyasal silah geliştirme yoluna gitmemiş olması gerekir. Tabi tüm tesisleri denklere etmiş olması lazım ama Rusya, bazı tesisleri bildirmediyse ki kimyasal silahların yasaklanması örgütü istihbaratı gidip bakabilirdi, tesis var mı diye. Bunlar açığa çıkabilirdi. Bu söylentilerin çıkmış olması, tabi arkasında iki sebep var; birincisi, bazı kişilere suikast amaçlı bir kimyasal maddenin kullanılmış olması ki bu madde ufak, toz halinde veya gaz halinde geniş alanda kullanılacak bir madde değil. İkincisi, Suriye’nin kimyasal silah kapasitesine hem geçmişte çok katkı yapmış olması hem de son yıllarda her ne kadar, Suriye’de baskı altında kimyasal silahlar sözleşmesine katılıp yüzde 99 civarında kimyasal silahları ortadan kaldırmış olsa bile, çok küçük miktarları yine geniş alanda etkili olabilecek miktarda kullanmış olmasına, Rusya’nın göz yumduğuna dolayısıyla bunun arkasında Rusya’nın kendi niyetleri olduğu yönünde söylentilere sebep oluyor. Rusya’nın bu noktada yapacağı isteyen her tarafa bakabilir, kimyasal silahlar konusunda hiçbir kapasitem yok, niyetimde yok, şeklinde bir açıklık sağlayabilir ama konjonktür buna bugün henüz müsaade etmiyor.
Yine de bütün bunların arkasında Putin’in nükleer konusundaki yapmış olduğu gereksiz ve şanssız açıklamalar var."