Rusya Federasyonu'nun gelecekle ilgili planları ve stratejileri

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (S.S.C.B.) ardından aynı coğrafyaya hükmetme şansını elde eden Rusya Federasyonu (RF), bölgesel ve küresel politikalarını 21’inci yüzyıl başlarında yeniden gözden geçirmiştir. Tek kutuplu düzene karşı daha gerçekçi ve somut politikalar üretmeye başlayan RF, küresel güç olma yolundaki macerasını yeni stratejileri sayesinde sürdürmektedir. RF’nin dış politika stratejileri ele alındığında emperyalist hedeflere sahip olduğu açıktır. Gelecek stratejileri açısından bakıldığında, uluslararası rekabet içerisinde jeopolitik kazanımları en açık ve hızlı uygulayan devletin yine RF olduğu görülmektedir. Bu çalışmada Soğuk Savaş dönemi sonrası RF analiz edilerek gelecekle ilgili stratejik hedefleri ortaya konulmuştur. Çalışma içerisinde RF stratejilerinin Türkiye üzerindeki etkisi de irdelenmiştir.

Yakın tarihimize baktığımızda uluslararası sistem; siyaset, ekonomi, teknoloji ve askerî çarpanların aktif biçimde etkileşim hâlinde olduğu karmaşık bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. S.S.C.B.’nin dağılması neticesinde dönemin iki büyük gücü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Rusya arasında süregelen Soğuk Savaş dönemi sona ermiş başka bir deyişle iki kutuplu küresel sistem içerisindeki güç mücadelesi değişmiştir. S.S.C.B.’nin yıkılmasına kadar baskın bir güç olarak varlığını sürdüren RF, S.S.C.B.’nin mirasçısı olarak aynı topraklar üzerinde yerini almıştır. Yaşanan bu değişim sonrası uluslararası rekabeti kendi lehine çeviren ABD, tek kutuplu güç konumuna evrilmiştir.

S.S.C.B.’nin çöküşü ile Varşova Paktı’nın dağılması, devamında Yugoslavya’nın bölünmesi; Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya’da tüm siyasi coğrafyayı etkilemiş ve dengeleri değiştirecek hassas bir jeopolitik durum yaratmıştır. Yeni devletlerin kurulması, eski Sovyet geleneği olarak RF’nin bölgede ağırlığını koymasına yol açmıştır. Dolayısıyla bir taraftan eski S.S.C.B. devletleri üzerindeki nüfuzunu kaybetmemek için çaba gösterirken diğer taraftan küreselleşmenin ve liberalizmin getirdiği riskler ve fırsatlar, RF’yi uluslararası aktörlerle yeni ilişkiler kurmaya yöneltmiştir.

Tarih boyunca zayıf kaldığı dönemlerde durgunlaşan Rusya, güçlü olduğu dönemlerde ise yayılmacı ve baskıcı dış politika izlemiştir. RF yönetimi bugün sadece Avrasya coğrafyasında değil, kuzeyde Arktik havzasında, batıda Baltık Denizi, güneyde Akdeniz ve Hint Okyanusu ile doğuda Pasifik Okyanusu üzerinde çeşitli stratejik hedefler belirlemektedir. Zira uluslararası sistemin ağırlık merkezi 2000’li yıllara gelindiğinde hem jeopolitik hem de jeostratejik açıdan Atlantik Bölgesi havzasından Hint Okyanusu ve Pasifik Bölgesi hinterlandına doğru geçiş göstermektedir.2 Dolayısıyla iki kutuplu düzendeki ABD ile yarışa yeniden ortak olma gayreti içindeki RF, 21’inci yüzyıla pek çok yeni vizyon ve stratejiler ile girmektedir.

S.S.C.B.’nin dağılmasıyla Orta Asya’da yaşanan siyasi gelişmeler daha çok RF, ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) bölge üzerindeki otorite mücadelesiyle şekillenmiştir. Bu üç aktörün politik ekseninde meydana gelen rekabette Türkiye, İran, İsrail, Pakistan, Avrupa Birliği (AB) ve Japonya gibi bölgesel güçler de etkili olmuştur.3 RF’den başka ÇHC’nin de ABD’ye karşı rekabet ve meydan okuma mücadelesi içerisinde yer alması, günümüzde tek bir kutuptan farklı olarak birçok kutbun heterojen bir sistemi meydana getirdiği görülmektedir.

Esas itibarıyla kalitatif nitelikte olan bu çalışmanın giriş kısmında öncelikle strateji kavramlarına değinilmiş ve jeopolitik teoriler üzerinde durulmuştur. Devamında RF coğrafyası ve siyasi yapısı incelenerek RF’nin stratejik hedefleri tanımlanmış ve bölge üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. Son olarak da RF’nin Türkiye üzerindeki stratejisi incelenerek analiz tamamlanmıştır. Çalışma genelinde; kitap, akademik yayın, bilimsel makale gibi birincil kaynaklar ile temel veri ve göstergeler için ikincil kaynaklardan yararlanılmıştır.

1. Kavramlar

1.1. Stratejiden Jeostratejiye Kavramlar

Ülkelerin mevcut ve gelecekte inşa edecekleri politikaları, bulundukları coğrafya ile doğrudan ilişkilidir. Nitekim devletler uluslararası ilişkilerini bu politika ve stratejiler paralelinde düzenlemektedirler. Devletlerin belirleyeceği hedefler ve güvenlik stratejilerini hayata geçirmede birtakım güçlere ihtiyaç duyulmaktadır.4 Millî güç unsurları olarak bilinen bu kavramların millî siyaset paralelinde dengeli, uluslararası hukuka uygun ve tamamlayıcı olarak kullanılması gerekmektedir.

Hayatın her alanında kullanımına şahit olduğumuz strateji kelimesinin diplomasi alanında kullanımı daha çok stratejik kültürle ilişkilidir. Soğuk Savaş zamanında literatüre giren stratejik kültür, milleti ayakta tutan kültürel normların devletlerin davranışlarına olan etkilerini incelemektedir.5 Dolayısıyla stratejik kültür, devletlerin tarihsel geçmişinden günümüze değin devam eden deneyimleri, stratejik faaliyetlerinde kullanma yeteneğidir. Bu nedenle tarihî dokusu farklı olan milletlerin stratejik kültürü de farklı olacaktır.6 Kimi devletler bu kültürü hegemonya aracı olarak kullanmayı tercih ederken kimi devletler sadece güvenlik algılarına konu yapmaktadır. Bu konuda gelecekteki stratejik hedeflerin incelendiği RF için bir örnekleme yapılacak olursa; “Sovyetlerin mirasçısı olarak küresel güç hâline gelmek ve Rus kültürünü yaymak.” 7 sonucuna ulaşılabilmektedir

Stratejinin ilintili olduğu kavramlardan jeopolitik ise 20’nci yüzyılın hemen başlarında coğrafyanın ülkelerin politik stratejilerine yön verme hususu ile açıklanmaya başlamıştır. Eski dünya düzeninde jeopolitik durum nasıl önemli bir etken olmuşsa bugün de yeni dünya düzenine yön vermektedir.8 Jeopolitik bir bilim dalıdır ve tabiat ile politika arasında sebep sonuç ilişkisi kurarak saptadığı kurallar ve değer yargıları ile politik çalışmalara yön verir.9 Jeopolitik, devletin ve milletin ideolojisini, kültürünü, medeniyetini, ekonomik gelişmesini ve dış ilişkilerini inceler; dünya siyasetinin gidiş yolunu takip eder.

Jeopolitik; jeopolitiğin değişmeyen unsurları (yer), jeopolitiğin değişken unsurları (mekân) ve zaman olarak sınıflandırılmaktadır.11 Teknolojik gelişmelere paralel olarak iletişim ve ulaşımın dünyamızı küçültmesi neticesinde sömürge arayışındeki devletlerin yayılmacı siyasetlerini meşrulaştırma çabaları, jeopolitiğin siyasi coğrafyadan ayrılarak yeni bir kavrama evrilmesine yol açmıştır.

Rus/Slav medeniyetinin geçmişten günümüze aktarılan kültüründe Rusya coğrafyası, jeopolitik kavramın tanımlanmasında önemli yer tutmaktadır. RF jeopolitiğindeki mekân tasavvurunun Rus kültürü ile olan irtibatı, Avrasyacılık fikriyle kimliğe bürünmüştür. Bu kapsamda Avrasya coğrafyası RF’nin gelecekteki stratejilerinin oluşturulmasında bütünlük, iktisadi ve tarihî bir çevre/mekân olarak karşımıza çıkmaktadır.

1.2. Jeopolitik Teoriler ve Rus Akımları

Küresel düzeyde jeopolitik fikirlere yön veren birtakım stratejik akımlar mevcuttur. Bunlar farklı dönemlerde çeşitli hâkimiyet teorileri ile devletlerin stratejilerini belirlemede önemli rol oynamıştır.

Dünyada egemenlik kurulabilmesi için salt deniz gücünün yetersiz olduğunu ve bu nedenle mutlaka güçlü bir kara kuvvetlerine sahip olunması gerektiğine inanan İngiliz jeopolitikçi Sir Halfrod Mckinder, Kara Hâkimiyet Teorisi ile dünya çapında bir ekol oluşturmuştur. Bu teori kapsamında kuzeyde Buz Denizi, doğuda Sibirya, güneyde Himalaya Dağları ve batıda Volga Nehri arasında kalan bölge, dünyanın kalbi anlamında Kalpgâh (Heartland) olarak tanımlanmaktadır. Mckinder’e göre Asya, Avrupa ve Afrika’nın oluşturduğu “Dünya Adası”, kara parçaları arasında önemli yer tutmaktadır ve bu adanın şu anki RF sınırlarını kaplayan alanına “Merkez Bölge” denilmektedir. Bu teoride ileri sürülen en önemli tez, Kalpgâh’a egemen olanın Dünya Adası’na egemen olacağı, Dünya Adası’na egemen olanın ise dünyaya egemen olacağıdır.

Avrupa ve Afrika’nın oluşturduğu “Dünya Adası”, kara parçaları arasında önemli yer tutmaktadır ve bu adanın şu anki RF sınırlarını kaplayan alanına “Merkez Bölge” denilmektedir. Bu teoride ileri sürülen en önemli tez, Kalpgâh’a egemen olanın Dünya Adası’na egemen olacağı, Dünya Adası’na egemen olanın ise dünyaya egemen olacağıdır.

Kara Hâkimiyet Teorisi’nin aksine Amiral Alfred Thayer Mahan tarafından tarihî ipek yolunun keşiflerle değerini kaybetmesi ile denizlerin öneminin iyice arttığı ve dünya hâkimiyetinin denizden geçtiği ifade edilmiştir. Deniz Hâkimiyet Teorisi’nin sahibi Mahan’a göre dünyanın kontrolü denizlerde gizlidir. Dünya hâkimiyetinin esas kaynağının denizlerde sağlanacak üstünlük olduğu olgusu, Mahan’ın stratejisini iyi analiz edip takip eden ABD ve İngiltere tarafından ispat edilmiştir.

Yukarıda da bahsedildiği üzere jeopolitik eksen, tarihsel süreçten itibaren deniz ve kara hâkimiyeti teorilerine göre belirlenmiştir. Klasik jeopolitik teorilerin yarattığı hedefler incelendiğinde S.S.C.B.’nin merkezde yer aldığı görülmüştür. Jeopolitik gerçeklikler karşısında, ABD’nin başı çektiği Batı ittifakı sürekli güçlenirken, S.S.C.B. giderek pasif bir duruma düşmüştür. Dünyanın herhangi bir bölgesinde ABD, deniz gücünü askerî harekât yeteneği ile güçlendirirken S.S.C.B. bu konuda yeterli stratejik adımlar atamamıştır. Dolayısıyla S.S.C.B.’nin uğradığı yıkım da Batı’nın büyük bir maharetle hayata geçirdiği jeopolitik hamleler sayesinde olmuştur.

incelendiğinde S.S.C.B.’nin merkezde yer aldığı görülmüştür. Jeopolitik gerçeklikler karşısında, ABD’nin başı çektiği Batı ittifakı sürekli güçlenirken, S.S.C.B. giderek pasif bir duruma düşmüştür. Dünyanın herhangi bir bölgesinde ABD, deniz gücünü askerî harekât yeteneği ile güçlendirirken S.S.C.B. bu konuda yeterli stratejik adımlar atamamıştır. Dolayısıyla S.S.C.B.’nin uğradığı yıkım da Batı’nın büyük bir maharetle hayata geçirdiği jeopolitik hamleler sayesinde olmuştur.

Büyük Rusyacılar (Vielikorossy) görüşü, 19’uncu yüzyılın ideolojik Rus milliyetçiliğine dayanmaktadır. Özünde Rus bağlılığı ve Pan-Slavcılık fikirler bu görüşün temel argümanlarını oluşturmaktadır. Bu yaklaşıma göre ana amaç şüphesiz ideadaki Rusya’nın yeniden yükselişidir. Temel olarak ulusalcı kimlik anlayışı, eski Bizans gelenekleri, Ortodoks Kilisesi ve imparatorluk özlemi ile yoğurulmaktadır. Bu akımı benimseyen Büyük Rusyacılara göre RF, Belarus ve Ukrayna arasındaki bağlar Doğu Slav Devleti’ni meydana getirecektir.

Avrasyacılar (Yevraziytsy) olarak bilinen fikir başlangıçta sadece bir coğrafi alan terimi olarak geliştirilse de zamanla felsefi ve ideolojik bir anlam kazanmıştır.20 Avrasyacılık akımında Avrupa merkezcilik vurgusu net bir şekilde reddedilmektedir. Görüşe göre, Rusya kendi coğrafyasında ayrı bir öznedir ve Kalpgâh, Avrasya’nın tanımlanmasında başat unsurdur. Avrasyacıların gözünden Amerikan hegemonyasına ve küreselleşmeye karşı güçlü bir blok tesis edilmesi gerektiği savunulmaktadır. Ayrıca Avrasyacılar Slav, Çin, İslam, Japon ve Katolik medeniyetlerinin Rusya’yı birleştirici ve sentezlendiği bir ülke olarak görmektedirler. Dolayısıyla, Rusya’nın bu medeniyetlerden herhangi birine sırtını dönmesi hâlinde Slav kültürünün yok olacağına inanılmaktadır.21 Ancak 20’nci yüzyılda başlayıp zamanla etkisini kaybeden Avrasyacılık, bir müddet sonra Ruslar için yeniden millî bir ideoloji hâline dönüşmüştür.

Makalenin yayınlandığı kaynak: Milli Savunma Üniversitesi Deniz Harp Enstitüsü Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Dergisi Yıl: 2 Sayı: 7

Yorum yapın