İnsansız hava araçları (İHA) 1980’lerden günümüze bildiğimiz formları ve kapasiteleri ile savaşın kendi ilerleyişini ve yöntemlerini değiştirmiştir. Özellikle 1994’teki Yemen İç Savaşı ve 2000 sonrası Ali Abdullah Salih döneminde, Amerika Birleşik Devletleri, Yemen müdahalelerinde sıkça İHA’ları kullanarak bu alanda öncü konumda olmuştur. Bu yıllardan itibaren kara operasyonlarında, yüksek kayıp riski olan operasyonlar öncesinde, devamında ve sonrasında İHA’lar öncü bir çatışma aparatı haline geldi.
Bu dönüşüm elbette ilk önce kara savaşlarına yansıdı ve İHA’lar özellikle ABD, Rusya, Çin, Türkiye ve İsrail gibi öncü ülkeler tarafından, savaş sahalarında daha yaygın hale getirildi. İHA’ların kara operasyonlarında yarattığı en temel fark, personel kaybı ihtimalinin ortadan kaldırılmasıydı. Nitekim, kara operasyonları en çok personel kaybının yaşandığı harekât türü olduğundan, bu bağlamda devrim niteliğinde bir dönüşüm yaşandığı söylenilebilir. Kara operasyonlarındaki bu dönüşüm ve sağlanan mukayeseli üstünlük, dünyadaki bütün orduların ilgisini çekti ve İHA üretimi hem öncelikli hem de oldukça kârlı bir hale geldi. Öyle ki Türkiye bu dönüşümden stratejik düzeyde fayda sağladı ve bütün bir savunma sanayini bu alan üzerinden güçlendirecek bir özgürlük kazanmış oldu. İHA üretiminde de diğer alanlarda olduğu gibi güç grubu ithalatında blokaja maruz kalan Türkiye, buradaki engelleri başta Türk Havacılık ve Uzay Sanayi (TUSAŞ) ve BAYKAR sayesinde kısa sürede aşarak, oluşabilecek ihracat engellerini bu sayede aşmış oldu. Güç grubu ithal edilen ATAK helikopterlerinin, 2021’de sipariş edilmesine rağmen ABD engeli ile (güç grubu sağlayıcısı) satılamaması ve buna karşılık BAYKAR ve TUSAŞ İHA’larının dünyanın farklı kıtalarında onlarca ülke tarafından kullanılıyor olması bu konunun önemini ortaya koymaktadır.
İHA’ların giderek savaş sahalarında yaygınlaşması, elbette savunma zafiyetlerini de beraberinde getirdi ve bu unsurlara karşı etkin kara ve hava savunma kapasiteleri geliştirildi. 2010 sonrası sürece bakıldığında, İHA teknolojilerinin bu tarz saldırılara karşı savunma becerileri kazanırken bir yandan da hava-hava taarruz kapasitesi kazandığı söylenilebilir. Özellikle dört kanatlı dronların yaygınlaşması ve daha hafif ve sürü saldırı kapasitesine sahip İHA’ların da envanterlere girmesiyle birlikte, bu unsurlar hava muharebe alanında da ofansif bir yapı kazandı. Rusya-Ukrayna savaşında özellikle savunma tarafının taarruz için taktik keşif yapan İHA’ları, düşük irtifada hedef aldığı ve imha edebildiği birçok kez kayıt altına alınmıştır. Faydalı yük kapasitesi daha büyük İHA’ların bazılarının da hava-hava güdümleme sistemleri ve angajman mühimmatları taşıyabildikleri gözlemlenmiştir. İHA’ların hava-hava kapasitesinin de küresel anlamda ciddi bir dönüşüm hazırladığı birçok ülkenin jet motorlu İHA üretimi konusunda bir tür yarış içerisinde olmasından anlaşılabilir. Türkiye’nin de BAYKAR Kızılelma insansız savaş uçağı ile bu alanda oldukça iddialı olduğu ve seri üretim aşamasında olunmamasına rağmen ithalat tekliflerinin alındığı bilinmektedir.
İnsansız hava unsurlarının deniz savaşlarına henüz bu düzeyde bir etki yapmamış olmasının ardında basit birkaç lojistik neden var. Bunlardan ilki, İHA’ların operasyonel kabiliyetlerinin kullanılabilmesi için olmazsa olmaz niteliğinde olan kalkış ve iniş pistlerinin deniz savaşı unsurlarında veya kıyı üslerinde yaygın olmayışıdır. Günümüze kadar sadece bahriye kuvvetlerinin en ağır ve yüksek yaşamsal maliyete sahip unsurları (uçak gemileri) bu pistlere sahip olabiliyordu. Bunun temel sebebi elbette gemi güvertelerinin bu pistlerin yapılabileceği büyüklükte olmayışıydı. Ancak bu alanda da bir dönüşüm yaşanmakta ve bir uçak gemisinin yaşam döngü maliyetini üstlenemeyecek ülkeler bile LHD (havuzlu helikopter veya çok amaçlı amfibi hücum gemileri) tipi gemiler ile insansız hava muharebe sistemlerine deniz aşırı bir operasyon yarıçapı kazandırmayı hedeflemektedir.
İHA’ların deniz muharebesinde henüz ciddi bir dönüştürücü etkisinin olmayışının ardındaki diğer bir sebep ise bu teknolojinin gelişim itibariyle karadaki savunmasız hedeflere yönelik bir taarruz bilincinin olmasıdır. Deniz muharebe unsurları, açık denizlerde seyrüsefer gerçekleştirdikleri için öz farkındalıkları yüksek ve savunma kapasiteleri İHA’ların taarruz kapasitesini aşan savaş aparatlarıdır. İHA’ların hem menzil limitleri ve hem de mühimmat teknolojileri bakımından tam teçhizatla seyrüsefer icra eden bir modern firkateyne karşı operasyonel üstünlük sağlaması günümüz itibariyle oldukça zordur. Ancak burada da satürasyon (savunma kapasitesinin sayı bazında bertaraf edilmesi) taktiği ile onlarca İHA’nın feda edilmesi yoluyla modern kruvazörler kırıma uğratılabilir. Bu yöntem günümüzde üretilen faydalı yük kapasitesi yüksek ve maliyetli İHA teknolojileri düşünüldüğünde taktiksel anlamda ancak bir hayatta kalma hamlesi olarak düşünülebilir. Ofansif anlamda operasyonel başarının temel ilkesinin kayıp ve kırım olmaması bu tarz taktiklerin avantajlı olmadığını göstermektedir.
Üçüncü bir lojistik sorun ise İHA’ların komuta edildiği ve operatör hayatının korunduğu sistemlerin bu tarz gemilerle mobilize olamayacak kadar büyük oluşudur. Bu komuta ve operasyon merkezlerinin gizliliğinin de ne derece önemli olduğu düşünüldüğünde bir LHD gemisi ile komuta merkezini mobilize etmek, İHA kaybından çok daha büyük zafiyet oluşturacak olan operatör kayıplarına sebebiyet verebilecektir. Bu üç temel lojistik sorun çözülmeden İHA’ların deniz muharebe alanında devrimsel dönüşümler yaşatmaları beklenemez.
Elbette günümüz itibariyle İHA ve operatör arasındaki iletişimin komuta merkezine ihtiyaç duymadan yapılabilmesi için çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Ancak İHA’ların denizlerde yaygınlaşması için birçok parametrenin aynı anda geliştirilmesi ve bunların ihtiyaç bazlı geliştirilmesi gerekmektedir. Günümüz savaş teknolojilerinde, deniz muhariplerinin taktiksel keşif ve ofansif kapasite açısından İHA’ları önceliklendiren bir planlaması yoktur.
Deniz muharebelerinde İHA’ları görmeye başlamamız elbette çok fazla zaman almayacaktır ancak bu dönüşüm daha çok deniz-kara operasyonları için önem arz edecektir. Dönemsel olarak kapalı hava sahalarının handikaplarını aşmak veya karadan gelebilecek önleyici unsur riskini sıfırlamak için deniz-kara odaklı İHA operasyonları taktiksel üstünlük sağlayabilir. Türkiye’nin de muharip konuşlu İHA’lara bu sebeplerden ötürü yöneldiğini düşünüyorum. Özellikle Suriye ve Libya gibi sahalarda, kara güvenliğinin ve hava sahasının tehlikeye girdiği anlarda hem LHD tipi gemiler hem de kısa pistlere iniş yapabilen İHA’lar ciddi bir taktiksel üstünlük yaratacaktır. Ancak genel itibariyle İHA’ların kara muharebesinde olduğu gibi deniz savaşlarında ciddi bir dönüşüm yaşatmasının kısa vadede mümkün görünmediğini de tekrar belirtmek gerekir.
Türkiye’de geliştirilen Bayraktar TB3 ve Kızılelma İHA ve insansız savaş uçağı projelerinin yakından takip edilmesi ve bu unsurların ne ölçekte ihracat başarısına ulaştığı bize bu alandaki talebin ve değişim imkanının da derinliğini gösterecektir.