İsrail-Körfez ilişkilerinde F-35 çıkmazı ve Katar'ın F-35 başvurusu

13 Ağustos 2020’de, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında imzalanan İbrahim Anlaşması’yla beraber Ortadoğu’daki klasik dost-düşman algıları ve bunlar üzerinden yapılagelen analizlerin değişime uğradığı bir döneme girilse de anlaşma ve Körfez-İsrail yakınlaşması bağlamında uzun vadeli projeksiyon geliştirilebilmesi için henüz erken olduğu anlaşılmaktadır.

Arap Baharı sonrasında İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’nin bölgede İran ve Müslüman Kardeşler karşıtlığı üzerinden iş birliği zemini buldukları ve takip eden süreçte Türkiye karşıtlığının da bu yakınlaşmayı ivmelendiren bir faktör olarak ön plana çıktığı izlenmiştir.

1948’den beri İsrail, bölgede yabancı bir unsur olarak görülerek dışlanmıştır. 1950’li ve 1990’lı yıllar yoğunluklu olmak üzere coğrafi olarak bir Arap denizinde varlığını sürdüren İsrail için Türkiye, bu muhasarayı aşmak adına daima önemli bir bölgesel aktör olmuştur. 2010 sonrasında peşi sıra olaylarla Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmayı müteakip İsrail ve Körfez’deki Arap monarşileri arasında yaşanan yakınlaşma ile bölgesel düzeydeki geleneksel ittifaklarda keskin bir değişim yaşandığı gözlemlenmiştir.

Arap Baharı ve özelde Suriye İç Savaşı, Ortadoğu’da zayıflayan devlet yapıları, İran ve İran iltisaklı gruplar üzerinden süren vekâlet savaşlarıyla şekillenen ortak tehdit algıları da Körfez ülkeleriyle İsrail arasındaki yakınlaşmanın nedenleri arasında gösterilebilir. Gelinen noktada İsrail’in, 1948 öncesinde şekillenmeye başlayan, Arap unsurların, Arap ve/ya Müslüman olmayan unsurlarla çevrelenmesi anlayışına dayanan güvenlik yaklaşımının, Körfez başta olmak üzere Arap ve Müslüman bölge ülkelerinin de dâhil olduğu yeni bir kurguyla İran ve Türkiye aleyhine münhasıran uygulamaya konulduğu müşahede edilmektedir. Bu kapsamda Filistin meselesini merkeze alan hâkim politikanın da Körfez nezdinde erozyona uğradığına şahit olunmuştur.

Son yıllarda Körfez ülkelerindeki spor müsabakalarında İsrailli sporculara karşı geleneksel muamelenin değişmesi gibi küçük çaplı diplomatik açılımlar ve kamu diplomasisi çabaları dikkat çekmiştir. 2019 başlarında gerçekleşen İsrail ve Çad ilişkilerindeki normalleşme, bunu Umman’ın ve son olarak Sudan’ın takip etmesi gibi gelişmeler, Arap ve İsrail halkları arasındaki buzları kırmaya yönelik sosyal medya kampanyalarıyla beraber ele alındığında süreç daha iyi anlaşılacaktır.

Sudan’da darbe öncesinde Çad-İsrail arasındaki normalleşmeye binaen sergilenen keskin ve olumsuz yaklaşım darbe sonrasında değişmiş ve normalleşme ile sonuçlanmıştır. Çad’dan Umman’a, bölgedeki “çevreden merkeze” normalleşme trendinin İbrahim Anlaşması’ndan bağımsız olmadığı değerlendirilmektedir. Keza Körfez ülkelerinin bu gelişmelere yönelik olumlu tepkileri de süreçle ilgili işaretler vermiştir. Öte yandan özellikle BAE’nin son yıllarda İsrail ile istihbarat konusunda iş birliği yaptığı medyaya yansımıştır. Ayrıca BAE’nin, İsrail’den yüksek teknoloji ürünü silahları temin ettiği ve bunları vekâlet savaşı yürüttüğü Libya gibi çatışma bölgelerine geçirdiği İsrail medyasından takip edilmiştir. Mevcut durumda, Suudi Arabistan-İsrail ilişkilerinin de İsrail-BAE ilişkilerinin İbrahim Anlaşması önceki durumundan mahiyet olarak çok da farklı olmadığı görülmektedir. Esasında değişen, imzalardan ve ilişkilerin alenileşmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla İbrahim Anlaşması’na giden sürecin “fiilî durumun resmîleşmesi veya malumun ilamı” olarak tanımlanması mümkündür.

Kaynak: Ortadoğu Araştırmaları Merkezi

Yorum yapın